19 Ekim 2014 Pazar

Çekeyim Bu Eli...

Bir ara şenlikten dönüyorduk...

Üniversite şenliklerini bilirsiniz, muhteşem yerlerdir. Beşte içmeye başlarsın, konser alanında çimlere yayılırsın, çimlerde yayılırsın otlarsın, koşarsın, çıldırırsın, baby did you forget to take your meds tadında manyakça hareketler sergilersin; ama zaten herkes o anda öyle olduğundan insanlar normal insanları tuhaf karşılarlar. Hava karardıktan sonra da müzik başlar, konserin sonunda ayık olursan şanslısındır.

Hah, işte bu anladığım kadarıyla sadece ODTÜ'de böyle. Bizim Beytepe kampüsünde bir tuhaflık var, herkes fazlaca ayık, kendinde ve akıllı uslu oturuyor. Ulan öyle üniversite şenliği mi olur? Üniversiteli dediğin, dağıtmaz mı orayı? Tabi konser alanına içki sokmak yasak olunca öyle oluyor efenim. Mesela bir Duman hazretleri geliyorlar, sen onların kafasına erişemiyorsun. Adam sahneden diyor "biz buraya gelirken yollar aştık dağlar aştık tepeler aştık gittik gittik gittik gittik gittik gittik..." plak takılıyor, arkadan tekmeliyorlar kendine gelsin diye... bizdeki kafaya bak... yazık ulan...


Ama hakkını yemeyeyim, hakikaten her şeye rağmen kafalar kafalar tadında inat edip nirvanaya ulaşan elemanlar yok değildi hani. Kendilerini şenliğin iç kısmında göremedim, daha çok dönüş yolunda karşılaştım kendileriyle.

Duman konseri, malum, duyan gelmiş; gece saat 1, dolmuş otobüs yok, dağ başındasın, korkunç trafik, Kızılay'a giden servisler de bir saat sonra bitecek, diyorlar. Milyon tane adam var, bir saatte hangi birini nereye taşıyorsun, dakikada bir servis, saatte 60 servis, her servis 30 kişi alsa eder sana 1800 kişi, içeride var rahat 10000 kişi...

Peki o hesap tutar mı?

Tutmaz, anam. O servis 30 kişiyle yola çıkar mı? Çıkmaz, anam. O servise en az 60 kişi binmeden milim yol alamaz. Yakarlar Beytepe'yi, şerefsizim.

Çıktık yola, etraf karmakarışık, kim nerede, hangi servis, sıra var mı, kim binecek; kimsenin bir şeyden hatta kendinden bile haberi yok. Biz dört kişi bir şekilde servisin birinin kapılarından birine yanaşmayı başardık, arkamızda bir insan kalabalığı... kapının bir tarafından yakalayıp kendini o açıklıkla hizaladığın anda seni öyle bir tazyikle içeri fışkırtıyorlar ki o anda zamanda yolculuk yapmak bile mümkün. Dolmuşun merdivenine değmedim bile; arkamdan biri beni itti diye bir an göz kırpmıştım ki bir baktım içerideyim!

Metrobüs dediğin şeyin ne menem bir şey olduğunu da ben o gün öğrendim zaten. İçeride nefes alacak hava kalmayana kadar insanla doldurulan bir otobüsçükte, ayakta ama ayakların yere değmeden, tutunmasan da hiçbir koşulda düşemeyeceğini bilerek gitmenin keyfi gibisi yok. Akraba olduğum insan sayısını bilseler, bizim esas kan akrabaları seri katil olur. Yolun sonuna doğru insancıl bir sayıya eriştiğimizde resmen artık ayaklarımın üzerine basmak zorunda kaldığım için hayal kırıklığına uğradım.

Yol boyunca bir şeyle uğraşacak fırsat olmuyor falan ya hani; hiç sıkılmadım da! Kafası çok iyi olan bir eleman vardı bizim serviste; şu inat edip nirvanaya ulaşan... herifteki kafa IŞİD'de olsa olacaklar aynen bu usta: "kim savaşacak... savaşma seviş... dinimiz de sevişmeyi önermiş... ne demiş atalarımız... nız... sizin atalarınız... at, avrat, Absolut... yarasın..."

Bir ara bu çocuk cüzdanını ya da telefonunu almak için elini arka cebine sokmuş, sonra orada unutmuş galiba, geçti üzerinden, hatırlayamadım... ama o an söylediğini kelimesi kelimesine, tonlamasına kadar hatırlıyorum. Unutulacak gibi mi? "Uuu beybi güzel bir hareketlenme oldu bende... ben bu eli buradan çekeyim, değil mi? Çekeyim ben  bu eli..."

Neyse ki o eli oradan güvenle çekmeyi başarabildi; ben sekiz yandan çeyrek atom mesafedeki insanlarla çevrili bir halde o eli bırak çıkarmayı, bir milim oynatabileceğini düşünmemiştim. Neyse ki bundan dokuz ay sonra bir doğum haberiyle okulumuzun pek sakin dedikodu denizi canlanmadı...

Gerçi bilemedim şimdi, canlansa daha mı iyi olurdu...

Aslında canlanmışı da pek matah değil ki! Al sana, dedikodunun ağa babası var şimdi bizim okulda! Profesörün kendinden kırk yaş küçük birinci yıl asistanı sevgilisi olayı. Kız zengin aileden, güzel bir kız; profesör galiba altmışında, en sözü geçen, bölümünün en ünlü cerrahı, her yerde dokunaçları var... kızla adam - ya da artık dede mi desem, antika mı, fosil yakıt mı - birlikteymiş; kız normalde sabah 7'de gelip akşam 6'da çıkması gerekirken 10'da gelip 4'te çıkıyormuş; normalde serviste bir sene geçirmesi gerekirken en kıdemli asistanları yapması gerekenler dahil bütün ameliyatları adam kıza yaptırıyormuş, diğer asistanlara bir şey göstermiyormuş, falan... ay içim kalktı yeminle! Nasıl bir mide yarabbim, insanlarda nasıl bir hırs, nasıl bir onursuzluk, gurursuzluk, şerefsizlik... kızın aşık olabileceğini hiç düşünmüyorum çünkü, mümkün değil öyle bir şey...

Ay bir dakika, ben dolmuş diyordum, kalabalık diyordum; konu ne ara buraya geldi ki?! Uçuştum yine...

Neyse, daha fazla saçmalamayayım gece gece... yat zıbar gerizekalı sabah dersin var bok kalkarsın sen bu gidişle, demezler mi adama...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder