17 Eylül 2014 Çarşamba

Rapor Kafası

Siz hiç 8 saatte 18 sayfa hasta raporu yazdınız mı?

Dün hayatımın raporunu yazdım. Buna en büyük projem bile diyebilirim. Hani o hastanın dosyası hayatı boyunca öyle rapor görmedi. Asistan okuyup "vaay bu hastada böyle şeyler mi varmış?" bile diyebilir, inandım. Peki bunu neden mi yaptım? Üç haftalık bir stajımdan kalmamak için. Yoksa manyak değilim yani merak etmeyin. İki aylık dahiliye stajı boyunca bile öyle rapor yazmadım ben ama, zorunuz ne usta yaa?

Hayır bir de gıcık, bir de gıcık... hastayla oturup dedikodu ediyorsun, ettiğin dedikoduyu kağıda yazıyorsun, arkasından "şu hastalığı da var, busu da var" diye de bir güzel lafını çeviriyorsun, sana rapor oluyor. Sorun, zaten günde üç seans derdini millete anlatmak zorunda bırakılan, sıkkın bıkkın hastayı konuşturup ağzından laf almakta. Yiyorsa dene usta, cımbızla söküyorsun resmen, yine anlatmıyor.


Ama bak şurası çok hoş, dedikoduyu doktor arasında yaptığın zaman ayıp bir şey değilmiş. Yani, tabii ki tıbbi amaçlarla, hastanın gelmişini geçmişini diğer doktorlarla tartıştıysam bu tamamen etik. Savulun dostlar, doktor lakabıyla dünya dedikodu rekorunu etik olarak kırmaya geliyorum!

...desem de inanmayın, bende potansiyel yok. Hani hastalarla konuşayım bari, desem, psikiyatrist olmaya da hiç niyetim yok. Belli mi olur, şizofren falan olurum, zaten ailede de var, sonra asistanlarım beni yatırıp bu sefer benim dedikodumu yaparlar falan... ucunda rezil olmak var usta, yemedi yani. Yoksa TUS puanının göklerde olmasıyla tabii ki hiçbir alakası yok canım, ne münasebet!

Halbuki psikiyatrinin teori kısmı fena halde ilgimi cezbediyor. Eğer işin içinde hastalarla uğraşma, yalan söyleyen, işbirliği yapmayan, manyak insanlardan laf koparma ameleliği olmasa öyle bir seçerdim ki hani benim bile aklım şaşardı! Tabii mantık olarak, zaten yapısı gereği insanlarla ilgilenen bir bölümde insanlara bulaşmadan araştırma yapmak, e haliyle birazcık imkansız (sevgili Nike, impossible isn't nothing, haberin olsun).

Aklıma gelmişken, bugün cinsel kimlik bozukluklarını işledik de...

Hayır canııım, +18 konulara girer miyim hiç? Yani aslında girebilirim tabi de ortam müsait değil, blogger'da gezinen bebeleri korkutmamak lazım hani denk gelir tesadüfen okur, travmatize olur, falan... bu dediğime ben bile inanmadım.

Abi doktorların arasında bile, hatta hani en yükek puanlı tıpçılar, kaymak tabaka zekiler dediğin (kendimi övmek için demiyorum bak, cidden) Hacettepe'de bile ne hödükler varmış yaa! Adam resmen "nasıl ya bence bu bir hastalık hiç mi ilaç vermiyoruz yani tanı olarak koyamıyor muyuz" diye alenen isyan etti. Usta sana ne, kimse senin koca memeli sarışın karıları sevmene karışıyor mu? Ne var yani geyse adam; sanki memlekete ebola getirmiş gibi hastalıklı muamelesi yapıyor haspam. Ulan insan o insan! Tövbe estağfurullah...

Bu arada onu yanlış falan yazmadım; gay değil gey. "Gay" İngilizcede renkli, neşeli anlamına gelen bir kelimeden türetilmiş olup Türkiye'deki eşcinsel arkadaşlarımız "neden lezbiyen okunduğu gibi yazılıyor da gay yazılmıyor, o da okunduğu gibi yazılsın geyiz işte" akımı başlatmak suretiyle isimlerini "gey" olarak benimsediler. Şimdi heterolar düşünsün. Onlar gey, lezbiyen, bi. Biz neyiz, hetero? Zıtcinsel? "Normal"?? "I'm straight" diyen elin gavuru gibi "abi ben düzüm" diyemiyorsun burada, öyle bir kalıp yok, kimse anlamaz. "Abi ben normalim" deyince de bu sefer diğerleri ne, uzaylı mı? Hetero da, bilmiyorum, sadece olmuyor işte usta yaa... biri sorarsa sırf bu yüzden "biyim ben" diyebilirim hani o derece. Durum vahim, kendimize acilen bir isim bulmamız lazım.

Ayrıca buradan "böyle herkes kabullendikçe geyler arttıkça artıyor kimse çocuk yapmayacak soyumuz tükenecek kızlar evlenecek adam bulamaz oldu" diye hayıflanan belli yaş sınırını aşmış evhamlı Türk vatandaşlarına sesleniyorum. Birincisi, zaten nüfus patlaması halindeyiz dünyada bizi besleyecek kaynak kalmadı, biraz az üreyelim bir zahmet. İkincisi; onlar her zaman geydi, sadece daha önce mahalle baskısından öyle olduklarını söyleyemiyorlardı!!

G*tünden uydurdu demesinler, kanıta dayalı tıp becerilerimi sergileyeyim biraz. Çok iyi kayıt sistemi olan ülkelerde yapılan araştırmalar gösteriyor ki, eskiden de şimdikiyle aynı oranda gey ve biseksüel vardı; sadece bu yönlerini gizliyor, istemedikleri bir hayatı yaşamaya kendilerini zorluyorlardı. Ancak toplumun normları değiştikçe, insanlar daha hoşgörülü olmaya başladıkça kendilerini ifade etmeye başladıklarından sayıları artmış gibi görünüyor. Yoksa bir insan yetiştirilme tarzından dolayı veya televizyondan, arkadaşlarından özenerek gey olmaz. Gey olmak bulaşıcı değildir, bir veya birkaç kere denemek için aynı cinsle ilişkide bulunmuş adama biseksüel ya da gey denmez. Geylik bir tercih değil bir yaşam biçimidir, seçilmez, değiştirilemez; sadece fark edilebilir. Bu kiminle yattığınızla değil, genel olarak hangi cinse aşık olduğunuzla ilgilidir.

Böyle söyleyince çok insanca oldu, değil mi? Aşk, ne kadar doğal, ne kadar doğru ve sorgulanmadan kabul edilen bir duygu. Ultra homofobiklerin inandığı gibi kendi cinsleriyle yatıp kalkıp o***puluk yapıp ot içmiyorlar, milleti gasp edip ortalıkta gereksiz gereksiz dolaşmıyorlar ya da küçük çocukları kaçırıp teyzeleri bıçaklamıyorlar. Çalışıyorlar, aşık oluyorlar, insanlara değer veriyorlar ve herkes gibi bir hayat yaşıyorlar. Hatta inanın bana, belki de saklanmanın, hor görülmenin ne demek olduğunu bildiklerinden, en nazik insanlar geyler arasından çıkar. Kim bunun yanlış olduğunu söyleyebilir ki? Şimdi aralarında kötüleri hiç yok demiyorum, tabii ki var; ama o zaman neden beş yaşındaki çocuğa tecavüz eden psikopat herife de heteroseksüel olduğu için kızmıyorsunuz?

Of ben çok doluyum bu konuda, anlatsam roman olur, o kadar söyleyeyim. Tutamıyorum da kendimi; aslında çok iyiyimdir bu konuda ya, işte bunlar hep rapor kafası. Ama bence ben artık susmalıyım; yarası olan bu kadarcık yazdığımdan gocunup kesin yorum bölümüne dalar zaten. Çıkışta gelin, usta!

Bu arada, aklıma gelmişken... bir durun ve düşünün şimdi... sadece hayal edin... bir şey görüyorsunuz ve donakalıyorsunuz. Kalp atışlarınız ve nefesleriniz hızlanıyor, soğuk soğuk terlemeye başlıyorsunuz. Bütün kaslarınız harekete hazır bir biçimde geriliyor. Daha iyi görebilmek için göz bebekleriniz genişliyor, etrafınızdaki her şeyi fazlasıyla algılıyorsunuz. O anda gerekli olmayan diğer tüm sistemler, enerjiyi israf etmemek adına çalışmasını azaltıyor. Kalbiniz beyninize ve gerilmiş kaslarınıza çılgınca kan pompalarken atışlarını kulaklarınızda duyabiliyorsunuz, yüzlerce şeyi aynı anda düşünüyorsunuz ve beyniniz size bir şeyler yapmanız; kaçmanız veya harekete geçmeniz için adeta çığlıklar atıyor.

Kulağa sanki karşınızdaki şey bir örümcek, kana susamış bir kaplan veya sallanıp tıslayan bir kobraymış gibi geliyor, değil mi? Ama aslında hayır, oradaki aslında hoşlandığınız kişi. Eğer o aradaki duyguyu bir anlığına unutup sadece vücudunuzun verdiği tepkilere bakacak olursanız aslında aşk bir çeşit anksiyete bozukluğudur; bir çeşit korku... bunu bize birkaç sene önce bir hocamız derste aynen bu şekilde anlatmıştı. Ve sonra bir sap olarak geçen bütün yıllarımda içimi birazcık olsun rahatlatan o tek cümleyi söyledi...

"Aşk bir hastalıktır!!"

O zaman içelim, usta, dibine vuralım bardaktaki iki duble uykunun... kulağa bütün hastalıklardan çok daha iyi gelen o hastalıktan uzak, bunca yapayalnız yılın şerefine... sağlığın şerefine!

3 yorum:

  1. Şerefe noonim ! Ayrıca sen bu konuda bayağı dertliymişsin dicem de değilsin ama söyleyecek çok şeyin var belli :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dertli olduğum konu başkaaaa lafımın bol olduğu konu başka... derdimden içiyorum yani!!

      Sil
  2. Hmm bilemedim ki ben şimdi öküz her yerde öküz ayrıca eğitim sınıf statü fark etmez. bu mevzular derin mevzular zaten girdin mi çıkılmaz o yüzden no comment der susarım

    YanıtlaSil