1 Eylül 2014 Pazartesi

Şizofren Olmam Lazım

Allahım, psikiyatri ne menem bir yermiş! Sabahtan beri sadece bir gün geçtiğine inanmak neredeyse imkansız... hatta, direk basitçe imkansız, fazlasına gerek yok.

Abi bir servisin kapısı kilitlenir, gözlerinin feri sönmüş adamlar ayaklarını sürüye sürüye zombi gibi koridorda gezerken sana uzaylı görmüş de katledeceklermiş gibi bakarlarsa o servisten korkarsın, korkmalısın. En azından ben korkarım, başkasını çok da önemsemedim.

Hayır, şaka yapmıyorum, servisin kapısı gerçekten kilitli; önlüğü veya refakatçi kimliği olmayana da açmıyorlar kapıyı. Kat başında bir güvenlik masası, elinde anahtar olan bir posta...

Şimdi siz posta nedir, onu da bilmezsiniz...


Sabah dokuzda toplandık ki hoca gelecek. Gelmedi, anacığım. Onun yerine çömez asistan abimiz geldi; bir doksan boyuyla kambur yürüyüp saf saf gülümseyen, ortamda da fazla yeni olduğu için eziklenip her şeyi bir de hocaya sormamızı söyleyen sevgili kumral, renkli gözlü, hüflesem uçacak stajyer sorumlumuz olur kendileri. Espri yaparken bile neredeyse korkarak mı güler bir insan ya? Bu tıp camiası var ya öldürür adamı. Gerçi herif kasmış gelmiş ta Hacettepe Psikiyatriye; normal olması beklenemezdi, kanımca.

Neyse, ne diyordum? Ha, hoca gelecekti.

Stajyer abimizden sonra hoca da sonunda geldi; ama laflar hep aynı: "hastalarla sınırı koruyun, öyle kanka gibi muhabbet etmeyin, elinize para tutuşturup sigara isterlerse getirmeyin, telefon numaranızı falan da vermeyin. Burada yapmayın yani; hani dışarıda canınız ne istiyorsa yapabilirsiniz, de..."

Hasta gelip seninle konuşunca kendini senin kankan sanıyormuş ya! Korktum yeminle. Olur mu olur, zaten hepsinin bir sorunu var, takar kafaya... ama bak hastayla pinpon oynayabilirmişiz.

Yaa, evet efendim; öyle uyduruktan bir servis değil burası! Sigara odası var, pinpon masası var, görüşme odaları var, uğraşı odası var... yani mesela sabah kalkıyorsun, basıyorlar ilaç kokteylini, kafa bin beş yüz, geçiyorsun odanın birine... bir yandan çayını yudumlayıp örgü örerken yan masada ahşap boyayan beylere laf atıyorsun... öğretmen gidip oda kapanınca çıkıp 148. geleneksel psikiyatri servisi masa tenisi turnuvasının son rauntlarında tezahürat yapıyorsun... sonra odana gidiyorsun devrilip yatıyorsun, kimse laf etmiyor, falan...

Ben bugün fena özendim, mesela.

Giriş söylevlerinden sonra vizit vardı. Hayatımda görmedim öyle vizit ben. Vizit bu İngilizcedeki "visit" sözcüğünden türemiş olup aslında ziyaret anlamı taşır; sabah vizitlerinde teknik olarak her hasta tek tek ziyaret edilip görülmeli, hakkında konuşulmalıdır. Ben de şahsımı hazırladım bir işkence seansına, bekliyorum vizit olacak; bir baktım doluştu bütün millet bizim dersliğe... koltuklarda asistanlar, masalı sandalyelerde biz... hasta dedikodusu yapıyoruz; adı vizit!! Tabi bu cahil ben sonradan öğrendi ki hastanın mahremini gizli tutmak için hastaların yanına gitmiyormuşuz, odalarında başka hasta da var diye, kimse duymasın, diye... pek duyarlıyız. Benim zavallı ayaklarıma yaradı, tabi.

Neyse, vizitin ortasında bir hasta çağırdılar odaya; oturttular adamı... kırklı yaşlarında belki, ak saçlı, göbekli ve gri bıyıklı bir amca... otuz kişi oturuyoruz karşısında ama... dediler amcaya biz senle konuşacaz şimdi bunlar da doktur bak onlar da dinlesiiin sen anlat. Adam nasıl saçmalıyor; ama nasıl mantıklı saçmalıyor... ben, diyor, işte eskiden daha kötüydüm şimdi akışına bıraktım kendimi... bencil olduğumu düşünüyordum eskiden... işte bencil olmak her şeyde bencil olmaktır, falan... uuu süper ama! Hoca soruyor, adam bir anısını anlatıyor, hoca diyor ne alakası vardı bunun nasıl bir alaka kurdunuz, adamın cevap: "ee... bilmem..."

Felaket özendim. Adam ne dese hoca mum, hiç kızmıyor, bırakıyor adam konuşsun, sadece birazcık yönlendiriyor o kadar. Hoca soru soruyor, adam susuyor, susuyor, susuyor, deriiiin bir sessizlik, adamın başını sallayıp gözlerini kırpıştırdığı... arkasından sanki bütün o süre boyunca konuşmuş gibi: "öyle işte!"

Mükemmel değil mi?!

Hoca bir ara dedi ki, akışına bırakmakla kasıt ne? Adam akışına bırakmış her şeyi, kendini akışa bırakmış, eskiden kasıyormuş, şimdi her şey akışındaymış, hastane de akışındaymış, işte de, evde de... mis gibi ya! Akacaksın böyle... yumuşacık olacaksın...

Sonradan öğrendim ki, bu adamın iyi haliymiş. Aslında adam şizofrenmiş galiba hiç böyle konuşamıyormuş, çok daha yavaş cevap veriyormuş, falan. Adam bu hale geldi diye sevindi insanlar. İşte o an karar verdim, büyüyünce şizofren olup bu servise yatacağım. Manyak gibi dolanacağım ortalıkta, bir kokteyl karıştırıp basacaklar damardan... kafam güzel, servis güzel, ben güzelim...

Hayat da güzel...

4 yorum:

  1. Şizofreni bu ara ilgi alanım tam da :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. öğrenince muhtemelen onu da yazarım, sırf senin için <3

      Sil
  2. hayat amaçlarını bir gözden geçirsen ya keşke

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hayat amaçlarım gayet yerinde bence sen de denemelisin :D

      Sil