19 Ekim 2014 Pazar

Çekeyim Bu Eli...

Bir ara şenlikten dönüyorduk...

Üniversite şenliklerini bilirsiniz, muhteşem yerlerdir. Beşte içmeye başlarsın, konser alanında çimlere yayılırsın, çimlerde yayılırsın otlarsın, koşarsın, çıldırırsın, baby did you forget to take your meds tadında manyakça hareketler sergilersin; ama zaten herkes o anda öyle olduğundan insanlar normal insanları tuhaf karşılarlar. Hava karardıktan sonra da müzik başlar, konserin sonunda ayık olursan şanslısındır.

Hah, işte bu anladığım kadarıyla sadece ODTÜ'de böyle. Bizim Beytepe kampüsünde bir tuhaflık var, herkes fazlaca ayık, kendinde ve akıllı uslu oturuyor. Ulan öyle üniversite şenliği mi olur? Üniversiteli dediğin, dağıtmaz mı orayı? Tabi konser alanına içki sokmak yasak olunca öyle oluyor efenim. Mesela bir Duman hazretleri geliyorlar, sen onların kafasına erişemiyorsun. Adam sahneden diyor "biz buraya gelirken yollar aştık dağlar aştık tepeler aştık gittik gittik gittik gittik gittik gittik..." plak takılıyor, arkadan tekmeliyorlar kendine gelsin diye... bizdeki kafaya bak... yazık ulan...


20 Eylül 2014 Cumartesi

Bu Beyin Bitti, Yenisini Getirin

Ders çalışırken sıkılır telefonu elinize alırsınız, bir şey var mı diye bakarsınız. Facebook'tan bir mesaj vardır. Bakarsınız, servis asistanınızdandır. Allah Allah, der, açar bakarsınız. O mesajda der ki: "Raporunuzu okudum çok iyiydi; ama tam puan verirsem hocalar çok zorlar, kaç vermeliyim? Söyleyin, o notu vereyim."

Biz bunun adına tıpta Muhteşem Asistan Sendromu diyoruz.

Ben daha hayatımda görmedim kaç vereceğini bana soran asistan ve beş yıldır okuyorum - saymadığım yıl da kaldığım yıl değil, ilk senem olur; pek de seneden sayılmazdı o sene. Ben hayatımda görmedim "Siz adınızı yazın verin, ben sizi var yazdırırım, dert etmeyin." deyip harbiden unutmayan asistan. Ben hayatımda görmedim diğer asistanları soru yağmuruna tutup sınava çeker gibi cevap isteyen, yine de sevilen asistan. Demek ki neymiş? Adam gibi adam olacakmışsın. Adam olursan TUS'ta kaç almışsın, nereden rotasyona gelmişsin, kimsenin umurunda olmazmış. Yıllar sonra ilk defa ayakta alkışlıyorum; usta, saygım sonsuz.

Böyle adamlara blogumda en azından birer köşe ayırmam gerektiğini hissediyorum. Mesela bazı insanlara blogumda bir kelimelik dahi bir alan ayırmak istemiyorum aslında; ama hani sinirlerimi bozuyorlar. Sınav vardı da bugün, e biraz gergindim, haliyle. Yani hoca sınavda kötü huylu olan bir taneydi, anlıyorum, hadi ben cevaplayamadım sorularını, bana B2 verdi. Yahu benim bir arkadaşım var, adam derslerde hocalarla tartışıp onlara "aaa evet haklısın bak" dedirtebiliyor; ona nasıl benden anca iki puan yüksek verirsin yaa?! Lütfetmiş de geçirmiş hani resmen! Ay kendime değil ona daha çok sinirlendim; hadi beni anladık da o... tövbe estağfurullah. Halbuki çok da iyi kadındır çok severim kendisini, sınavlarda bir dönüşüm falan mı geçiriyor, bir anda içinden bir canavar, şeytan falan... anlamadım ki...

*

Sınava çalışırken öğrendiğim ve unutmamak için kenara yazdığım çok acayip bilgilerle komikli anlarıma bakıyordum az önce. Muhtemelen yarın sabah okuduğumda hiç komik gelmeyecekler; ama şu anda kendilerine hala gülüyorum. 

Mesela, dün gece oda arkadaşım Kedi'yle oturuyoruz sırt sırta ders çalışıyoruz; onun stajı da nöroloji, bayağı zor, sıkıntıda. Üç gündür beyin çalışmaktan beyni salataya dönmüş, arkamda ikide bir oflayıp duruyor; gerçi sonradan A1'le geçti heywan ya, neyse. Yanına gittim, dedim "Sana sevgi göstereyim mi? Sevgiye ihtiyacın varmış gibi duruyor."

Şöyle bir ofladı, sessizce durdu, sonra kendi kendine mırıldandı: "Valla neye ihtiyacım var ben de bilmiyom... galiba yeni bir beyne... bu bitti..." 

Güler misin, ağlar mısın? Durum resmen trajikomik, çünkü kız haklı! Beyinde bilmem kaç milyar terabayt mı artık her neyse bu teknoloji beni aşar, o kadar depolama alanı varmış ya? İşte o bende yok. Bitti! Finish! Google translate amcaya sormaya üşenmesem birkaç dilde daha yazacaktım da çok üşendim. Ama bitti, yani. Yer kalmadı usta yeni kayıt yapacak; zip dosya desen o da çözüm değil, onda da açıp hatırlamak uzun sürüyor, hoca memnuniyeti sıfır. Buna acil bir çare bulmak lazım usta, can dayanır mı buna? Ufacık ilaç bile benden akıllı neredeyse! 

Aripiprazol diye bir ilaç varmış, adı bile tekerleme gibi, söyleyene kadar adamın dili dolaşır; bu ilacın bir özelliği var ki nah böyle apıştım kaldım, böyle. Normalde ilaç dediğinin tek bir şey yapması lazım, dimi? Kimyasal madde sonuçta; hani ne bileyim, bakteri öldürür, şekeri düşürür, tansiyonu düşürür falan... bizim beyinde de dopamin diye bir şey var, az da olsa çok da olsa bokluk çıkarıyor; bozulursa düzeltmek lazım. İşte bu aripiprazol denen yüzsüz ilaç, ilaçlığını bilip tek iş yapmak yerine gidip bakıyor; dopamin azsa dopaminmiş gibi yapıyor, çoksa dopaminin ağzını burnunu dağıtıp bir şekilde azaltıyor. Yeminle şuncacık kimyasal molekül benden akıllı; kaç atomluk aklın var ki yavrum senin? İleri zekalı moleküller başka oluyor, azizim... hayır, bir de sınavda sorduklarında hatırlayabilsem! 

Bence bende kronik beyin yetmezliği sendromu var, bütün sorun buradan kaynaklanıyor. Yetse işler böyle olmazdı. Hani zaten içim dışım psikiyatri olmamış olsa diyeceğim alsınlar beni bir saksıya yatırsınlar, ilaçlayıp sulasınlar, bir kendime getirip öyle salsınlar... gerçi oradaki tedavilere de güven olmaz, dimi?  

Hani vardır ya filmlerde "delileri şoklayarak tedavi etme" sahneleri; böyle eski zamanları anlatır... bir kadın gelir saçı başı darmadağın boş boş bakan beyaz kirli elbiseli falan, bağlarlar masaya... hah, işte onu biz hala yapıyormuşuz. Yani tabii ki öyle uyanıkken yapmıyormuşuz, uyutuyormuşuz; ama sonuç aynı: bağlıyorsun kabloyu, veriyorsun cereyanı... şimdi ben bunun işe yaradığına mı şaşırayım, hala daha iyi tedavi bulamadığımıza mı yanayım, bilemedim doğrusu. Gerçi bunu en son yapıyoruz, önce türlü çeşit ilaç deniyoruz; ama baktık olmuyor, bas voltajı... 

Tabi adına "şoklama" denmez, çok barbarca, öyle anlaşılır laf söylenir mi hiç? Yüksek müsaadelerinizle tanıştırayım; bu çok yakışıklı beyefendinin adı Elektrokonvülziv Tedavi. Şoka takım elbise giydirip bir berbere sokup çıkarıyorsun, iki puf da pudra, oldu sana İngiliz asilzadesi. Eşekle semeri muhabbeti. Gerçi çok laf etmeyeyim şimdi böyle olunca aslında olay da iyi; uyutuyorlar seni haftada iki kez, üç kere uyuyup uyanıyorsun, bir bakıyorsun ki düzelmişsin! E mükemmel değil mi? Ne uğraşacan, çuvalla ilaç, yutuyon yutuyon en az bir ay, tık yok. Yok yok, beni yatırınca saksıya ekip sulamasınlar. Temiz temiz beynimi şoklasınlar. 

Türk mantığı abi; bozulduysa bir aç kapa geçer! Hala bundan iyi taktik yok. Bir de kendimizi elin gavurundan aptal zannederiz. Pratik zeka lazım usta, pratik... 

18 Eylül 2014 Perşembe

Manyagız Çünkü Biz

Korku filmlerinde olan şeyleri insanlar çok münasip bir taraflarından uydurmuyorlar, af edersiniz. Onların bir benzeri gerçek hayatta da var ki oradan alıp yürüyorlar. İşin en sonunda gittiği yerlerin nasıl manyak şeyler olduğuna bakmayacaksın - mesela güneşte yanmayıp parıldayan vampir vakaları, hiç olmamış gibi davranıyoruz. Şöyle düşünün: dünyada kurt diye bir şey olmasa kurtadam da yapmazdık. Basit düşünün. Hatta size iki küçük örnek. 

Porfiria: kırmızı kan hücresi yapımında bozukluk olması. Bu hastalar kansızdırlar; soluk tenlidirler, ciltleri soğuktur ve hastalıkta vücutta biriken bir maddeden dolayı güneşe çıktıklarında ateşe tutulmuş gibi yanarlar. Hayatta kalmak için kana muhtaçtırlar, genelde yirmili yaşlarında öldüklerinden "daima genç kalırlar"... bir şey hatırlatıyor mu?? Vampirler porfiria hastası insanlardan türetilmiş bir mittir. Bunu kendim araştırmadım; ama zamanında birileri araştırmış, bizim okulda bunun posteri vardı; orada gördüm. Yaa sen burayı tıp fakültesi sanıyorsun, ama biz böyle işlerle de uğraşıyoruz. Manyağız çünkü biz. 

17 Eylül 2014 Çarşamba

Sınav Zamanı Ugrasları

Sınav zamanı insanın neden ders çalışmaktan başka her şeyi yapası gelir? Diyetler neden pazartesi başlayıp salı biter? Tüm tartılar kadınlara düşman mı? Neden burada da mangalardaki gibi dev boyutlarda aylar doğmuyor? Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?

Şaka maka hala o reklamdaki çilekli pastanın üzerindeki hormonlu meyve azmanı çilekleri tek seferde ufacık ağzına sokan kızın nasıl nefes alabildiğini merak ediyorum. Esas odak el yapımı çilekli pastayla kremanın lezzeti olmalı aslında; ama gel bunu bir de bana anlat! Düşünme tarzım bu şekilde olsa şu anda tıpta olmazdım, zaten, akıl karı değil çünkü. Ama bence yine de o kızın boğulması gerekiyordu. 

Ciddiyim; bu cuma sınavım var ve ben oturdum önceki bütün blog yazılarımı bir kere daha okudum. Sanki yapacak hiçbir işim yokmuş gibi. Benim gibi cuma sınavı olan iki arkadaşımdan biri 9gag'de takılıyor, bir diğerininse pireleri bile uyuyor... bu saatte... 


Rapor Kafası

Siz hiç 8 saatte 18 sayfa hasta raporu yazdınız mı?

Dün hayatımın raporunu yazdım. Buna en büyük projem bile diyebilirim. Hani o hastanın dosyası hayatı boyunca öyle rapor görmedi. Asistan okuyup "vaay bu hastada böyle şeyler mi varmış?" bile diyebilir, inandım. Peki bunu neden mi yaptım? Üç haftalık bir stajımdan kalmamak için. Yoksa manyak değilim yani merak etmeyin. İki aylık dahiliye stajı boyunca bile öyle rapor yazmadım ben ama, zorunuz ne usta yaa?

Hayır bir de gıcık, bir de gıcık... hastayla oturup dedikodu ediyorsun, ettiğin dedikoduyu kağıda yazıyorsun, arkasından "şu hastalığı da var, busu da var" diye de bir güzel lafını çeviriyorsun, sana rapor oluyor. Sorun, zaten günde üç seans derdini millete anlatmak zorunda bırakılan, sıkkın bıkkın hastayı konuşturup ağzından laf almakta. Yiyorsa dene usta, cımbızla söküyorsun resmen, yine anlatmıyor.


11 Eylül 2014 Perşembe

Hehehehehehe Suckeerrrzzzz

Gene bir ton para harcadım. İnternetten alışveriş insanın iliğini sömürür, azizim! O da lazım, bu da lazım diye diye etti mi sana 100 TL? Hem de oturduğum yerden. Hani gezsem dışarıda dolaşsam, beğensem alsam da toplamda 150 TL versem daha az koyacak, sanki. Bunun için bir uğraş, bir emek var ya... bir de parça parça gidiyor ya... herhalde daha az koyuyor...

Siz kızlar dışarı bir çıkışlarında poşet poşet kıyafetle, o kadar para harcamayı başararak nasıl dönüyor sanıyorsunuz??

Ama bir kız dışarıdan elinde kırk tane poşetle döndüyse kesin bir yerlerde ucuzluk vardır, onun altını iyi deşmek lazım. Yoksa hiçbir dişi (eski paralarını şöminede yakacak kadar zengin olanlardan bahsetmiyorum) indirimsiz ortamda parasını o gömlek senin, bu pantolon benim savurmaz. Hiç görmüşlüğüm yoktur. O paraya hem o gömleği, hem de yanına şu köşedeki beğendiği çok trend kolsuz bluzu alabilecekken olmaz.



10 Eylül 2014 Çarşamba

Fikir Öyle Degil Böyle Uçusur

Bütün blogger dünyası neden bana karşı? Hepi topu bir yorum yapacağım, altına "bak oğlum emin misin, robot olmayasııınnn" numaraları sıkıştırıyor... o kadar mı robota benziyorum lan?! Hani sıkıcıysam söyleyin, kendimi yatağın altındaki canavara kurban niyetine sunayım, dünyaya bir iyiliğim dokunmuş olsun!

İnanmam aslında; ama bizim odada bir ara hakikaten yatağın altında bir canavar oluşmuş olması gerektiğine inanıyorduk, patatisim ve ben... hani bahsetmiştim ya benim eski oda arkadaşım intern ablacığım... adına Patatis diyeceğim kendisinin. Ben hala onunla kalırkene bir ara yurt odalarını kendimiz temizliyorduk. Şimdi arada bir katı temizleyen teyze gelip süpürüyor da yatakların altında canavarlar yok. O zaman öyle miydi?

Eskiden ayakkabılarımızı odanın dışında çıkarır, odaya terlikle girerdik. Bir yerden sonra ayakkabıları dışarıda çıkarmaya üşenir olduk, işte ne olduysa o zaman oldu. Madem hep kirli olacak, boşuna temizlemeyelim; dedik. Pencereleri açtık, rüzgar tozları ve muhtelif tanımlanamayan cisimleri yatağın altına süpürdükçe süpürdü ve senenin sonlarına doğru biz yatağın altına bakmaya cesaret edemiyorduk...


Araknafobia Örümcek Fobisidir

Bütün böcek aleminden nefret ediyorum; ama özellikle sivrisineklere olan nefretim paha biçilemez. O lanet yaratıklar bence kesinlikle dünya yüzeyinde var olmamalı. Eğer bir gün cinlerden biri "3 dilek hakkın var" derse, "sivrisineklerin soyunun tükenmesini diliyorum" diyeceğim; gerçekten.

Bilen bilir, örümcekten de korkarım ben; ama onun bile soyunun tükenmesini dilemedim, henüz. Abi bir böcek bu kadar mı sinir bozucu olur ya? Sen varlığını fark etmezsin, işinde gücündesindir; gelir sokar, şişirir, kaşındırır... bir de tek sefer de değil, defalarca. Abicim bir tane böceksin zaten; gel sok, adam gibi karnını doyur, kalk git sonra, dimi? Ne yemeğinle oynuyorsun?! Hele sonra geceleri; öldüremediysen o sineği var ya hayatı zindan eder sana... gelir kulağının yanında inim inim inler... inler.... inleeer..... kovarsın, geri gelir, döneler döneler bir daha inler...


9 Eylül 2014 Salı

Tırnak Boyama Sanatı

Bir zamanlar dünya kadınlarına gidip "bir gün nail art diye bir şey çıkacak, hepiniz tırnaklarınıza çiçek böcek kuş kelebek çizip çizip ışıklı görüntüler saçan aletlere nasıl göründüğünün resmini koyacaksınız, dünyanın öbür ucundaki  kadınlar görüp kıskanacak" deseler kadınlar götüyle gülerdi, herhalde.

Tamam, kabul ediyorum, haksız rekabet oldu; burada bahsi geçen kadınlar biraz fazla eski dönemden. Yine de, annemin zamanına bile gitsem böyle bir şeyi hayal eden olmamıştır, bence. Annem gerçi oje sürmeyi severmiş eskiden - çok eskiden, hemşire olmadan önce;  çünkü ameliyat hemşirelerinin oje sürmesi yasaktır - ve o çılgınlık miktarıyla kesin bunu daha önce düşünmüştür. İmkanı yok düşünmemesinin. Sırf dalgasına Süleymaniye'nin önünde mendil açıp dilenen kadından ne beklersin?

Ay pardon, onu söylemeyecektim ben; dimi?


7 Eylül 2014 Pazar

Geometrik Artıs Gösteren Misafir Sendromu

Misafir denen olguya oldum olası gıcığım. Hani, sevdiğim arkadaşım eşim dostum amenna; ama hani şu gelen, geldiğiyle de kalıp bir türlü gitmeyen, hizmet ettiren, bir de beğenmeyen, hatta evi yeterince beğenirse bir de tutup senin tanımadığın kendi arkadaşını yanına getirmek suretiyle sayısı aritmetik değil geometrik olarak artan o yüzsüz mikrop ordusu var ya... hani o petri kabının dışına taşmış mukoid bakteri kolonisi, o kımıl zararlısı sürüsü hani... tıp bir kansere çare bulamadı bir de bunlara; o tipler...

Nasıl gıcığım...

Bana kalsa o grup tümden imha edilmeli, zaten. Olmayan yüzlerini alıp kezzaba falan daldırmalıyım; arkasından da Yonca Evcimik'i anarım "bandıra bandıra ye beni hiç doyamazsın tadıma, bütün nurmaralar bende sen de var benim farkıma" tadında... işte o zaman hakikaten tadına doyum olmaz o misafirin. Zaten sağda solda sürte sürte yeni tatlar kazanmıştır eti... insan eti pişirmenin 1001 yolunu da öğreniriz, sıkma canını hiç... nefretim o derece...


Peperolar Havada Uçuşurkene

Abi bu Çin'in rahatlığı nedir, anlamıyorum, yeminle. Exo'nun o Çin programındaki pepero oyununu gören oldu mu? Sehun Lay'i yedi resmen. Yedi yani peperoyu değil Lay'i yedi. Daha ikisi iki ucundan tutar tutmaz kırıldı pepero; ama bunlar kırılmamış gibi devam ettiler hayatlarına. O kadar mı yokluktasınız lan?! İkisi de öpüşken onların gerçi yani bir pepero oyunu için en kötü (ya da bilmiyorum, en iyi mi desem???) çift seçimiydi hani.

Hele bir de Sehun'un Lay onu seçtiğindeki sevincine ne demeli?? Hiç shiptiğim bir çift değildi Sehun ve Lay... ama onlar çoktan sailiyormuş, anladım... çift adı ne oluyor ki bunların? Selay? Hunlay? Layhun?


6 Eylül 2014 Cumartesi

Yogun İstek Üzerine: Kuzenim

Ya da daha doğrusu, kuzenlerim... hepsinde ışık var, ilgilenenler...

***

Bay E ile başlayalım. Kendisi 97 doğumlu olup (lise sonlar şu anda 97'li, değil mi?) her gördüğümde biraz daha uzamakta olan ergen bir ayıdır. Ciddiyim, ne zaman yanına gitsem kendimi biraz daha cüce hissediyorum; ben kısalmadığıma göre o uzuyor olmalı.

Ayı dediğime de bakmayın, sadece irice bir çocuk, obez falan değil, yoksa...

Kendisi esmer, buğday tenli, kahverengi gözlü, ufak burunlu, koca kafalı bir genç adam olup o kadar çok saçı var ki... şimdi böyle anlatamayacağım; ama gerçekten ayakkabı fırçası gibi mübarek yaa!! Gerçekten; 3cm uzunluğunda olduğu zamanlarda bile havaya dikiliyordu; elimi tepesinden bastırdığımda kafasına değemiyordum. Neyse şimdi biraz kestirmiş de yine kafası normal boyutlarda görünüyor.


Yagmur VS Yagmurdan Sonra

Her hava karardıktan sonra yağmur yağdığında aklıma felaket senaryoları gelir.

Hayır, başımdan geçen bir felaket olmasına rağmen onunla ilgili değil bu. Merak eden varsa, ben ilkokul beşinci sınıftayken evimizi sel bastı; o kadar ki selden sonra içeride kalan balçık benim (o zamanki) boyum kadardı. Ama ben annemin aksine her yağmur yağdığında bunları düşünmem. Aklıma daha çok korku filmleri ve fantastik gerilimler gelir, artık o nasıl bir türse...

Özellikle tepemde ışıklar çakıp ardından korkunç bir gök gürültüsü geldiğinde birdenbire elektrikler kesilecekmiş, pencerede sadece parlak kırmızı gözleri görünen, kapkaranlık, vahşi bir cisim belirecekmiş gibi hissederim. O cisim de bir çeşit vampir olacak herhalde ama vahşi fantastik bir hayvan da olabilir. Hani vampirse de böyle Dracula cinsinden asil bir tanesi değil; kana susamış, mantıksız, hayvani...


Sabah Sabah Pabo Sayan

Müzik ruhun gıdası mıymış?? Uyumadıysam sıçmışım müziğine!!

Tabi oğlum, esas gıda dediğin uykudur. Üç gün uyuma bakalım sen müziğin gölgesine katlanabiliyor musun. "Nolur kapat şu müziği uyumak istiyorum" bile demeyeceksin, inan. Bayılıvereceksin sadece. Ben de vallahi tutmam bile, sadece kenardan bakar gülerim.

Yaz tatilinden gelmişim, bünye alışık değil; bir haftadır altı saat uyuyordum ya? Bugün saat 10'da gerine gerine kalktım, yatakta döneledim, mesajlarıma baktım, geri yattım, sonra cevap yazıp biraz daha döneledim, falan... dünkü karanlık ruh halimden eser yok şimdi. Bir de güzel bir kahvaltı edebilsem çok kral olacak da... çok üşeniyorum be usta!!

İnsanların bu kadar üşenebilmesi mümkün olmamalı, bence...


5 Eylül 2014 Cuma

IT FLIES!! IT FUCKING FLIES!!

"ağız dolusu gülmek" denince aklıma hep annem gelir.

Benim annem o kadar içten güler ki, kulağa cadı kahkahası gibi gelir. Cadıların da her zaman bu yüzden kahkahalarıyla ünlü olduğunu düşünmüşümdür: kötü karakter olabilirler; ama o kadar somurtkandırlar ki sadece gerçekten zevkten dört köşe olduklarında gülerler. O zaman da o kadar içten gülerler ki nefesleri biter, gülmeleri bitemez. Adına da "cadı gülüşü" deriz.



4 Eylül 2014 Perşembe

Nöbetlerden Pabo Bildiriyor

Yeni bir gece ve yine karşınızda tuhaf hikayelerle ben... tuhaf değiller muhtemelen aslında da şu aralar manik ataklarımın arasında çenem çok düşük benim, fikir uçuşması halindeyim, yazmazsam çeneme vuruyor. Odada elimde bilgisayar var hadi de ders arkadaşım şu ara benden çok şikayetçi galiba onun hayat enerjisini sömürüyorum. Ruh Emici gibi...

Olabilir mi?

Nöbetlerden nöbet beğenmiyorum henüz; ama hayatımın ilk nöbetinden çıktım, sadece saat dokuza kadar sürdü ve o kadar yorgunum ki galiba birazdan devrilip yatacağım. Zira yarın da erken kalkmam lazım. Üstelik bugün hayallerim yıkıldı da biraz.

Psikiyatri nöbeti dediğin şeyde kafaları ilaçla çekip parti parti takılmıyorlarmış. Nöbet dediğin neymiş biliyor musunuz? Deskte oturup sekreterlik yapıyormuşsun!! "Alo? Evet psikiyatri servisi... n-ne? Beda.... Bedha... Be- Bediha?? Peki, bir saniye. BEDİHA HANIIIIMM!!!"

Bir yerlerden tanıdık geliyor mu size de?


3 Eylül 2014 Çarşamba

Oda'dan Sevgilerle

Allah var şimdi bu kadar iyi bir iş çıkaracağımı düşünmemiştim.

Aldığım o aşırı yumuşak babetin ayağımı acıtabileceğini de düşünmemiştim. Defterimi unuttuğum gün dersin iptal olacağını da düşünmemiştim. Hele bir psikiyatrik hastanın olduğundan genç gösterebileceğini hiç düşünmemiştim! Amma önyargılıymışım ben de.

Evet efendim, hastam 65 yaşını geçik, en fazla 50 gösteriyor. Bunun hastalığı neymiş, ben de ondan olsam genç gösterir miyim acaba, dedim; bipolarmış. Depresyonla yatmış. Depresyonla da adamı hastaneye mi yatırırlar, efenim?

Depresyonda olmayan adam intihar eder mi?


1 Eylül 2014 Pazartesi

Şizofren Olmam Lazım

Allahım, psikiyatri ne menem bir yermiş! Sabahtan beri sadece bir gün geçtiğine inanmak neredeyse imkansız... hatta, direk basitçe imkansız, fazlasına gerek yok.

Abi bir servisin kapısı kilitlenir, gözlerinin feri sönmüş adamlar ayaklarını sürüye sürüye zombi gibi koridorda gezerken sana uzaylı görmüş de katledeceklermiş gibi bakarlarsa o servisten korkarsın, korkmalısın. En azından ben korkarım, başkasını çok da önemsemedim.

Hayır, şaka yapmıyorum, servisin kapısı gerçekten kilitli; önlüğü veya refakatçi kimliği olmayana da açmıyorlar kapıyı. Kat başında bir güvenlik masası, elinde anahtar olan bir posta...

Şimdi siz posta nedir, onu da bilmezsiniz...


26 Ağustos 2014 Salı

Hayıflanan Babaannenin Dramı

eskileri okuyordum da, büyümüşüz be azizim! şimdi benim yerime liseli türdeşlerim yakalıyor hayatın o harika anlarını. ben daha çok dünyaya uyuz olmakla meşgulüm, galiba. yaptığım şeylerden de tam olarak ne zaman soğudum, hiç bilmiyorum. 

aslında biliyor da olabilirim. 

ya da, dur bakayım? bilmiyormuşum. her neyse, önemsiz konular bunlar. 

zamanında dünyada sadece lise ve benim kadar manyak arkadaşlar varken nasıl da mutluydum! beni o zamanlara geri atalım bence. hani diyorlar ya, şimdiki aklım olsa diye? şimdiki aklım olsa ben hiç büyümezdim anam. öylece kalırdım yani, lise güzeldi ki! yazılı oluyorduk, daha olurken olduğumuz yazılıya sövüyorduk, despot hocalardan kaçıp bulduğumuz ilk sınıfa doluşuyorduk, elimizde sopayla okul boyu adam kovalıyorduk... gülmeyin, yapmışlığım var, yaparken de oldukça ciddiydim üstelik. nedense şu anda bu konuda ciddi olmakta oldukça zorlanıyorum.